31 Ocak 2012 Salı

BİR YUMAK MUTLULUK...




Bir süre önce bitirdiğim ama henüz bahsedemediğim bir kitap "Bir Yumak Mutluluk"...Bloğumda yayınladığım ilk yazı bu kitabın da ilki olan "Küçük Mucizeler Dükkanı" adlı kitap hakkındaydı ve o kitabı çok sevmiştim...
Nereye gitsem hangi kitapçıya girsem mutlaka çok satılanların içindeydi kitap ve hala da çok satıyor ki bu da ilk kitabın başarısını gösteriyor aslında...
Bu kitapta da her bölüm örgü örmeye gönül vermiş, kıyıyısından köşesinden eline örgü şişini almış tanınmış insanlardan özlü sözlerle başlıyordu yine ama ilki kadar sevdiğimi söyleyemeyeceğim...

Anlatımı ve olay örgüsü çok basit ve bir lise öğrencisinin bile yazabileceği şekilde gelişiyordu...İlk kitaptan aldığım hazzı almadım dolayısıyla...Devamı olan bir kitap serisi olduğunu biliyorum lakin sonraki kitapları alır mıyım bilmiyorum...

30 Ocak 2012 Pazartesi

THE LAST SCANDAL OF MY LIFE VE BİR HAFTASONUNUN BİLANÇOSU...

Bizim paşanın arkadaşlarıyla olmazsa olmazıdır playstation...

O nedenle evde önceleri millet gelir ,ben ne zaman yatacağım diye gözüme bakardı yada ben yattıktan sonra misafir trafiği olurdu...Baktık olmuyor eskiden salondan girişi olup da kapatılıp mutfağa eklenen ve boş boş bekleyen odamsı kısımı düzenlemeye karar verdik...Ben artık burada takılmaktayım...



Eşim çoğunlukla mail işlerini çalıştığı firmaların bulunduğu ülkelerin saat farkından dolayı akşam saatlerinde halleder...Öncesinde ve sonrasında yemek ve muhabbet kısmından sonra bir film izlersek izleriz (ki bugünlerde malesef yapamıyoruz) yoksa herkes kendi uğraşılarına döner...

Zaten dipdibe olmayı çok sevmediğimiz için bu durum ikimizinde işine geliyor...Ömrümüzü zaten birlikte geçirmek için yola çıkmışken her dakika arayıp sorup , dipdibe olmanın insanı bir süre sonra bıktırabileceğini düşünüyorum...Hele sıkıntılı ve yoğun olduğu dönemlerde (tam da bu günlerde) asla üzerine düşmemeye ve hatta arkadaşlarıyla vakit geçirip (playstation) kafasını dağıtması için tolerans gösteriyorum...Bu da bana haliyle kendime ait saatler olarak geriye dönüyor... Ki zaten ben gelemem herşeyden ziyade cım cım muhabbetlere...

Bu saatlerde de ya internette dolaşılıyor ya  birşeyler izleniyor ve beraberinde eller boş durmuyor...


 
Geçen hafta işyerinde yoğun bir dönemdi fakat işleri önceden organize etmenin faydasını gördüm...Fazla mesaiye kalmadan hatta cuma günü erken çıkarak haftayı tamamlamanın verdiği haklı gururla, paşanın da meşgul olmasını fırsat bilip 16 bölümlük bir diziye başladım ve bitirdim...

Bitireceğim derdiyle cuma ile cumartesi geceleri oldukça geç yattım ama geç uyanarak tüm haftanın yoğunluğunu çıkardım diyebilirim...



The Last Scandal of My Life yada diğer adıyla Last Scandal....2010 yapımı 16 bölümlük bir kore dizisi...
Yaşını almış iki eski lise aşığı eskisinin tam zıttı şartlarla seneler sonra karşılaşırsa üstelik biri kendini diğerinin çalışanı olarak bulursa neler olur...
 
Bitecek gibi görünen bir evlilikle uğraşmak zorunda kalan olgunlaşmış bir kadın ile olgunlaşmanın kıyısından geçememiş film yıldızı bir adam...

Eski günler canlanır mı dersiniz? Mantığı ile hareket eden para kazanmak için çırpınan bir kadın herşeyi boşverip kaptırabilir mi kendini? 

 
Ben severek izledim...Tavsiye ederim...
 
Not: En üstteki kolajda ortada gördüğünüz kedi lokum kızımız...Böyle omuzlarda gezer gıkını çıkarmadan, kucakta gezen çocuk gibi...

28 Ocak 2012 Cumartesi

LOST IN AUSTEN...

Bu gün tatil ve ayaklarını uzatıp birşeyler izleme günü ve öyle de yaptım ama izlediğimi değil izleyip yazmaya fırsat bulamadığım bir uyarlamayı paylaşmak istedim... 
Jane Austen okuyanlar için  onun eserleri farklıdır...Uyarlamalarınsa her versiyonunu durur durur izlersiniz ama  Aşk ve Gurur'un yeriyse bambaşkadır...

 
Eminimki  hayranlarının içinde her dönemde, öyle bir aşkı yaşamak istemeyen yoktur...                  

       İşte bu fikirle ortaya çıkmış, dört bölümlük bir dizi Lost In Austen...


Elizabeth Bennet'in  yerinde olmak isteyen günümüz kadını Amanda Price ile  o döneme göre oldukça ileri görüşlü fikirleri olan kızımız Elizabeth Bennet yer değiştirirse nasıl olur...


     Dizi, bu çağ farkı ana fikrinin   üzerine oldukça ölçülü oturtulmuş  ama daha çok farklı bir mizah anlayışına sahip muzur kızımız Amanda'nın bocalamaları ve hikayeyi sabit tutmaya çalışması ile gelişen komik olayları işlemişler...Elizabeth geri planda tutulmuşsa da  günümüze uyum sağlama süreci es geçilmemiş...

      Diğer karakterleri farklı özellikleriyle de ön planda tutulmuşlar...Mr. Bingley ile kızkardeşinin emelleri farklı olsaydı, Jane Bennet  Bingley ile evlenemeseydi, Mrs. Bennet o kadar hırslı olmasaydı, kızlardan biri  kuzen Collins ile evlenseydi veya Wickham o kadar kötü biri olmasaydı en önemlisi de Mr. Darcy Elizabeth'in en başta nefret ettiği gibi lanet bir adam olsaydı tüm bunların sebebi Amanda'nın çağa uyumsuz hareketleri yüzünden olsaydı nasıl olurdu...


Amanda'nın gelişiyle doğal sürecinden sapan hikaye, kahramanların farklı yönlerinin ve emellerinin ortaya çıkmasıyla nasıl bir yöne doğru gidiyor izleyip görmeniz lazım...


Toplamda üç saat süren  kırkbeşer dakikalık dört bölüm boyunca hiç sıkılmadım ve Austen hayranı herkese tavsiye ederim....İyi seyirler efendim...

26 Ocak 2012 Perşembe

PRINCE EDWARD ADASINA TAŞINIYORUM....

       Yanlış duymadınız, adını ve nerede olduğunu bugün öğrendiğim bu adaya taşınmak hayallerim arasında artık...Valizini topla yerleşeceksin deseler, kocacım goncamı da alıp o saat binerim uçağa...Neden mi işte bu yüzden ...

  

Etamin yaratma programında basit bir gül şablonu yapmak için internetten bahçe bloglarını dolaşırken rastladığım bir blogun sahibinin yaşadığı ada efendim burası...Kanada'ya bağlı  ve karayoluyla ulaşım sağlanmakta...Kışın ve baharda karla kaplı olduğu yazıyor dolaştığım sayfalarda...

Rastladığım blog zaten ayrı bir dünya. Halimize çok şükür ama yaşamıyor hissettim kendimi beşmetrekarelik balkonunda çiçek yetiştirmeye çalışan biri olarak blog sahibinin bahçesini gördükten sonra...Aiken House & Gardens'ı  gezdikten sonra kesinlikle aynı olmayacaksınız...

Sabah sisinde böyle bir bahçeye uyanmak dünyada cenneti yaşamak olsa gerek...


Hayır sadece o değil blogu eskiye doğru gezdikçe büyük bir mütevazilikle yayınladığı şeylerde haaa bu da mı varmış diyorsunuz...


Daha bitmedi , mevsimine göre adını sürekli değiştirdiği bir de kulübesi var ama saray yavrusu denilen cisten...


Üniversitedeki aşkıyla evlenip yedi çocuk dokuz torun sahibi olduğunu söyleyen  Carolyn'ın en büyük zevki çektiği bahçe ve dizayn fotoğraflarını blogunda yayınlamakla, ikindi çayıymış.... Böyle bir bahçe sahibi olup da ikindi çayını sevmeyen kimse olur mu? Ben bile hiç çay içmez halimle tiryakisi olurum vallahi...


Bu da haritadaki yeri...Gidersek yolu bulmak kolay olur :P 


Sadece bu kadar değil elbet blogda hayran olduklarım...Daha neler var neler...ama bu kadarı bile sanırım valiz toplamaya değer değil mi ? 

25 Ocak 2012 Çarşamba

ATKI + BOYUNLUK + ŞAL RENGA RENGA REEEENK

Bu  yazımda bahsettiğim şekeri bitirdim ama fotoğrafını çekip aktarmak biraz vakit aldı... Malum işyerimde en yoğun olduğum iki dönemden biri ve aralıksız çalışmakta ve mesai bitimine kalan dakikaları saymaktayım...Eve gelince yemek telaşı falan derken  erteleyip duruyordum ama bu gün öğle arası çalışma arkadaşımı rehin alıp modellik bile yaptırdım...


İpi gördüğüm anda vurulmuştum ve kaç yumak aldım fikrim yok...Her gittiğimde ne kadar kaldıysa alıp çıkıyorum çünkü aynı ipten bir de anneme diz battaniyesi başladım...
 Neyse işin uzmanı zaten şıp diye anlar ama az bilip de yapmak isteyen için nasıl yaptığıma ...

Seksen ilmek başlayıp haraşo ördüm ve 75 cm olduğunda 7 cm lastik yapıp 10 cm içerden üst üste diktim...Önce uçuca dikmiştim ama o kısım düğmeleri de dikince sarkacaktı o nedenle kalın ve tok tutmak için 10 cm'nin makul olduğuna karar verdim...

 

İlk niyetim düğme dikmek değildi ponponlar yapıp sarkıtacaktım ama yün aksesuar çok boğar diye düğmenin uygun olacağını düşündüm ve sanırım doğru bir seçim oldu ...Siz ne dersiniz güzel olmuş mu ?

24 Ocak 2012 Salı

UĞUR MUMCU'YU ANIMSADIK...YA BİZE ANLATILAN MASALLARI...

  
       Uğur Mumcu'yu hatırladım elbet ama daha çok cumhurbaşkanı gelecek, temiz görünsün diye polis incelemeden daha , o sokağın süpürüldüğü sahneleri hatırladım...Ortaokul öğrencisiydim o zaman, televizyona bakıp bakıp zoruma gitmişti onu tanımayan aklımla ...Şimdi tanıyorum ve hesabı sorulamadı tüm bunların en çok ona yanıyorum...Utanıyorum ülkem adına yazdıklarını okuyunca...Daha o zamandan görüpde bu günleri yılmayıp, korkmayıp canından olmayı göze alıp anlatmasına rağmen, anlatılan noktaya gelinmesi ne acı ve utanıyorum kendi adıma  bunları göremeyecek kadar kör insanlarla aynı havayı solumaktan...
 

21 Ocak 2012 Cumartesi

HASTALIK HALLERİ...

      
       Kar yağacak kartopu oynayacağız derken kar eridi gitti ve emelime ulaşamadan kendimi ağrılar içinde hasta bulmam tuhaf oldu...Salı gününden beri elektrikli battaniyeyle akraba gibi yatalak modda takılmaktaydım...

       Böbrek ağrısı çekenler bilir...İnsanı dünyadan nefret ettirecek kadar bezdirici bir ağrıdır ve bazen ilaçlar bile dindirmez...Yatsanız bir türlüdür kalksanız bir türlü...İşte gardımı düşürüp beni zor durumda bırakan ağrı budur efendim...

       Dün ağrıma aldırmamaya karar verip daha fazla yatmayacağım deyip işe attım kendimi ama acele etmişim...Kısaca anlayacağınız evde takılmaktayım ve ne yapacağımı şaşırmışlığın verdiği can sıkıntısıyla yine fotoğraf makinasına dadanmış durumdayım... Bir de uzanılarak da yapılabilen bir eylem olduğu için film izleme durumlarına dönmüş bulunmaktayız...


        Bu yazının bir amacı olsun diye de ufak bir tavsiye efendim...Böbrek ağrısı çekerseniz ilerde bir gün (umarım sizden uzak olur) bol bol su için, belinizi sıcak tutun ...Kum ya da taş durumları varsa zıplayın hatta atın kendinizi sokağa koşun ... Ağrı kesiciler fayda etmez boşuna ilaçla bünyenizi ve midenizi yormayın ve bulma şansınız varsa altınotu ve avakado yaprağı kaynatıp için...

17 Ocak 2012 Salı

TÜRKİYE KARA BEN BBC'YE TESLİM...

   Bir önceki yazımda bahsettiğim dizi gibi  BBC uyarlaması birçok dizi izledim ama derinlemesine bir araştırma yapmamıştım ve bu haftasonu gördüm ki haberimin olmadığı çok fazla yapım varmış ve yurtdışında bu yapımların meraklısı bir blog dünyası mevcutmuş...Önce bu dizilerin ülkemizde herhangi bir satışı var mı diye baktım ve olmadığını görünce haliyle yüklendim torrentlere...

    İzleme listeme aldığım ve bir önceki uykusuzluk deneyimimden de ders çıkararak mini seri sayısı azımsanamayacak bir sayıya ulaşmış duruma gelince ,kendimi kaptırmamak adına her gün bir bölüm izlenecek kuralını yürürlüğe koymuş bulunmaktayım..."Sindire sindire izlenecek bunlar tamam mı ulennn " diye bir Cüneyt Arkın repliği akşamlarımın ortasına yerleşmiş durumda ve bölüm bitince kulaklarımda çınlamaya başlıyor...

   Dolayısıyla kendimi oyalamak için neler yapmadım neler...Fotoğraf makinesine mi dadanmadım, el işinin cılkını mı çıkarmadım...

 
 

     İlk olarak Elisabeth Gaskell'in eserinden uyarlanmış Wives And Daughters adlı diziye denk geldim...Hakkında okuduğum blog yazılarını dikkate almış olsaydım diziyi es geçip bu dört bölümlük seyir keyfinden mahrum kalmış olacaktım...

    
       Bu gün  son bölümü eve gitsem de izlesem diye akşamı zor ederim diye düşünüyordum  ama şükür ki yoğun bir gündü ve meşgul olduğum için fazla eziyete dönmedi...An itibariyle bitirmiş bulunmaktayım...Gelelim konusuna....                                                       
    Elisabeth Gaskell bu  uyarlamada da  gündelik yaşamı çok hareketli olmayan kendi halinde insanları konu almış...Ana kahramanımız Molly Gibson dönemin genç kızları arasında statü belirlemede önemli bir gösterge olan sosyeteye takdimi yapılmamış ve bunu da çok fazla umursamayan, annesini ufak yaşta kaybettmiş ve doktor babasıyla birlikte hayatını devam ettiren bir genç kız...

    Hayatı, babasının tanıdığı  Hamley ailesinin yanına gitmesiyle değişir...Gerek bu ailenin bireylerini kendi ailesiymiş gibi benimsemiş olması ve onların sorunlarına dostça destek vermesi gerekse o yokken babasının yeniden evlenme kararı alması sakin ve sessiz bir hayata sahip Molly'nin hayatını oldukça hareketlendirir...

  İngiliz uyarlamalarının olmazsa olmazı gözü yüksekte üvey annenin ve onun hep uzakta büyümüş, ne istediğine karar veremeyen kızının da büyük payı oluyor bu hareketlilikte elbette...

  
    Yine sosyal yaşam içerisinde gündelik kurallara, bakış açılarına, insan ilişkilerine yönelik bilgilendirici pek çok done  var...North And South'dan ayrı olarak ekonomik gelişmelere pek yer verilmemiş bu eserde...Belki de uyarlandığı kitapta bahsediyordur ama malesef bu kitabın da çevirisi yok...
   
    North And South'dan, görsel açıdan  farklı olarak bu eserde kırsal yaşamda yaşayan insanları konu alması sebebiyle, oralarda  yaşasam dedirten görsel öğeler fazlaydı...Vadiler, çayırları kucaklayan ağaçlar vs. vs.     
  
     Her zaman olduğu ve bundan sonra da olacağı gibi detaylı konu anlatımı yapmayıp, gözüm kapalı tavsiye ettiğim,önyargı aşılayan yorumlara bakmadan kesinlikle izlenmesi gereken bir dizi...
      
     Bu arada izlerken de boş durmadım aşağıdaki şekeri örmeye başladım ve nerdeyse çeyreğini bitirdim...
  
     
     Renkleri aşık olunmayacak gibi değildi ve bakmak bile insanı doyurmuyor mu sizce de ? Hele bir BBC uyarlamasının yanında tadından yenmiyor...İlaç niyetine :P

9 Ocak 2012 Pazartesi

UYKUSUZUM ....ÇÜNKÜ....

     Eskiden beri takip ederdim blog dünyasını ama iş sebebiyle bir dönem uzak kaldım. O dönemlerde çoğunlukla hobi blogları vardı ve kültür sanat işlerine dair bloglar pek yoktu...Kültür sanat blogları genelde kabarık koltuklu tiplerin "şahane hayatlarının" reklamından öteye geçemiyordu, hobi bloglarıysa dehşet ötesiydi o ayrı tabiki...Yabancı blogların sadeliğine bakıp imrenirdim...Bizim ev hanımlarının oradan melek buradan kelebek indirip karlar yağdıran ve ışıltılı gifler kullanan lila ve bordo renk üzerine altın yaldızlı yazılarla süslü gözyorucu blogları artık pek yok gördüğüm kadarıyla...Daha bir profesyonel yaklaşılıyor ve daha estetik bir duruş var ve en önemlisi amacına ulaşmış gibi sanki... Birileri birilerinin deneyimlerinden ve paylaşımlarından fayda saylayabiliyor...

  Dün gece bu fayda işinden payıma düşeni almak için takip ettiğim iki blogun eski yazılarını okurken BBC yapımı bir dizinin ikisinde de tanıtımını gördüm...Biri aslında daha çok uyarlandığı kitabının tanıtımıydı ama ilk orada gördüğüm afişi ilgimi çekti...

    Kitabını da almak isterdim ama Winpohu'nun yazısında bahsettiği üzere çevirisi yokmuş ve ingilizcem çok iyi olmadığı için malesef bu zevkten mahrum kalacağım...

     Dizinin tanıtımıysa Chibi'nin yazısında gördüm ve çok heyecanlandım...Kitabını okuyamasamda tarzını sevdiğim bu yapımla avunacaktım...BBC yapımlarını oldum olası severim...Jane Austen sever biri olarak BBC tarafından çekilmiş tüm eser versiyonlarını ara ara izlerim...

    Sabırsız yapım sağolsun dört bölümlük bu diziyi buldum ve 23:00'dan sonra başladım izlemeye ama ne izlemek...05:15 olmuştu yattığımda...Malumunuz üzre üç saatlik uykuyla duruyorum...Şu an pişman değilim ama saat beşe kadar hislerim değişir mi bilinmez...

  Çok güzel bir diziydi ve aşkla sosyal olayları çok güzel harmanlamışlardı...

     İngiltere'nin Milton adlı kasabasında sanayileşmenin ardından gelen pazar rekabetinin başlamasına ve beraberinde doğan işçi hakları meselesini , sendikalaşmayı konu alan filmin içine yerleştirilen duygusal durumlar oyuncuların başarısıyla beraber sizi içinden çıkamayacağınız bir merakla ekrana bağlıyor...

     İngiltere'nin güneyinde cennet diye adlandırdığı evlerinden papaz olan babalarının kiliseyle ters düşmesi sebebiyle ayrılmak zorunda kalan Hale ailesinin Milton'un değer yargılarına uyum süreçleri ve ailenin kızı Margaret'in kasabanın dokuma atölyesi sahibi zengin girişimcisi John Thornton'la talihsiz şekilde başlayan münasebetleri, sonrası biri kuzey diğeri güneyden ve kuzey-güney kadar zıt bakış açılarına sahip bu baskın karakterlerin çekişmeleri konu ediliyor... 







    Daha fazla detaya girmeyeceğim çünkü ben içeriğini tamamen okumadanBBC'nin kaliteli yapımlarına güvendiğimden izlemeye başladım ve dahasını bilseydim zevk alamazdım...Eğer bu yazıyı okur da izlemek isterseniz sizi bu zevkten mahrum bırakmak istemem...

     Bu tarz, kitaplarını okuyor , yapımlarını izliyorsanız elinizde olmadan karşılaştırma yapıyorsunuz... Jane Austen, Charlotte Bronte eserleriyle kıyaslanınca onlar eserlerinde daha kalburüstü bir yaşamı tasfir ederken Elizabeth Gaskell daha halka yakın asilzade olmayan bir grubu tasvir etmiş...Jane Austen dönemi itibariyle kadının sosyal yaşamdaki yerine daha çok eğilmeyi tercih ederken Charlotte Bronte bu konuda ufak göndermeler yapmış fakat pek suya sabuna dokunmamış,Elizabeth Gaskell'in kitabını bilmem ama uyarlamada gördüğüm kadarıyla sosyal ve ekonomik değişimleri halk bilimsel açıdan kabul edilen sıralamada iyi değerlendirmiş...Umarım bir gün kitabını da okuyabilrim :P 

    Çok beğenmenizi umarak yapımdan birkaç kareyle yazımı tamamlamak istiyorum....İyi seyirler...







En Dip Not: Darcy ve Thornton karşılaştırması yapmışlar genelde yapımı izleyenler...Ben ikisini de birbirinden ayırmayıp adil olacağım :P  (Allahım siz ne güzel şeylersiniz öyle )

8 Ocak 2012 Pazar

BİR PAZAR GÜNÜNÜN RAPORU...

     Hafta içi yoğun çalışınca tatilin nasıl geçtiğini anlaymıyor insan... Cumadan bu haftasonu için o kadar çok hayalim vardı ki? Eminönü'ne gidip kumaş alacaktım, bol bol fotoğraf çekip dış mekan çalışması yapacaktım,en az bir proje ve bir kitap bitirecektim ama hava puslu ve miskinlik aşılayıcı kıvamda olunca dışarı çıkmak istemediğim gibi diğer iki planı mı da yarım bıraktım...
 
      Klasik ev hayatını düşünce yapacak o kadar çok şey var ki evde azıcık yaymasan mümkün değil kendine vakit ayırman... Eşim uyurken bitireceğim umuduyla başladığım kitabı yarıladım...Elde makina tembel tembel kadraj çalıştım...Ve evin paşası uyanınca karnını doyurup yolladım iş peşine ...
   Ev hallerini toparlama çalışmaları derken çamaşır şeylerini asmak için çıktığım balkonda bir de ne göreyim, geçen sene hazır alıp, solduktan sonra  itina ile sakladığım ekim ayında filizlendiklerini farkedip yeniden ektiğim soğanlar en sonunda topraktan dil çıkarıyor bana ...Tam da çıkacakları umudumu yitirmeye başladıktan sonra ...
 

   Ne heves aldığım çiçeklerin hiçbirine bu sene para vermeyecek olmanın keyfi mi desem, bu güzelliklerin kokusunu içime bu defa kendi emeğimle  tekrar çekeceğimin mutluluğu mu bilemedim...(Bkz:Geçen seneki halleri)
 
 En çok da, ilk başta  durmadan çiçek açıp sonra sebepsiz kuruyan nergisimin çürümüştür diye topraktan dahi çıkarmadığım soğanlarının filizlendiğini görünce sevindim...
 
     Biliyorum onlar beni utandırmak için bu sene iki katı çiçek açacaklar...Ve bende onları ödüllendirmek için daha verimli bir toprak, ve daha güzel bir saksı alacağım...

Ne dersiniz bu vaat işe yarar mi sizce :P

Fotografium Canon 600D Hediye Ediyor!

     

Fotografium Canon 600D profesyonel fotoğraf makinesi hediye ediyor! Yarışmaya katılarak Canon 600D Kit, Manfrotto 055XProb tripod ve Kata123Go-30 fotoğraf çantası kazanma şansı yakalayın! http://blog.fotografium.com/fotografium-canon-600d-hediye-ediyor/ sayfasını ziyaret ederek yarışma hakkında diğer bilgilere ulaşabilirsiniz



4 Ocak 2012 Çarşamba

KİM'İN ADASI / CAST AWAY ON THE MOON

  
       Yazıda bahsedeceğim film aslında yeni izlediğim değil ama herkes izlesin istediğim bir film çünkü bize cinsellik ve balaltı esprilerle dayatılan gerek yerli gerekse yabancı yapımların artık birbirini tekrarlayan konularından başınızı kaldırıp mutlaka izlemeniz gereken bir yapım ...

       Uzakdoğu sinemasının başarısı zannetmem ki bilgi sahibi kimse tarafından reddedilsin. Bilmeyenler de tanıyıp öğrensinler diye aslında çabam...Bunun dışında uzun zaman önce izlediğim bir filmi övme çabam ,mutluluk veren herşeyi paylaşma eğilimimden de kaynaklanıyor ...

       Neyse;

       Hayatım boyunca bir filmden böyle bir enerji ve mutluluk almadım...

       Çok orjinal bir senaryo, orjinal oyunculuklar ...Her iki karakterlerde çok uç hayatta belki asla görmediğiniz ve görmeyeceğiniz tipte insanlar olsalarda (Böyle olaylar kaç kişinin başına gelmiştir ki ?)o kadar iyi aktarılıyor ki karakterler izleyiciye, kendinizi bu sizinle ve hayatınızla alakasız insanların yerine koyup sorguluyorsunuz...

      Baş kahramanımız erkek oyuncu hayattan bıkmış ve intihar etmek istemektedir,defalarca denemesine rağmen sonuç elde edememiş (kendince bunu bile başaramamış) hayattan silik bir tiptir.



     Bu denemelerin birinde kendini Han Nehrinin sularına bırakır ve yüzme bilmediği için boğulacağından emin olduğu bu eylemi gerçekleştirse de yine beceremez ve nehrin ortasında, şehrin göbeğinde ama insanlaran izole bir adada uyanır. Sonrasında adada başgösteren açlık ve yaşam mücadelesi yani ilkel yaşama adaptasyonunun trajikomik hikyesi anlatılır...























     Baş kadın kahramanımız da dışarıya çıkamama hastalığına sahip kendisini odasına kapatmış bir gençkızdır. Evden çıkamadığı için bilgisayar başında kurduğu dünyasının dışına fotoğraf makinasıyla ayın yüzeyinin fotoğraflarını çekerek çıkabilmektedir... Bu günlerden birinde bu ıssız adadaki esas oğlanı fotoğraflayacak ve güvenli bulduğu hayatı temellerinden sarsılamaya başlayacaktır.













     Sanırım mısır gördüğümde hep o ---mısır ---mısır sahnesi gelecek ...ve haklılarmış buraya bile servis yapıyormuşuz vay be repliği ne zaman yemek söylesem eminim beni gülümsetecek...

     Bize büyük beklentiler aşılayan kapitalizmin doğayla kıyaslanınca altının ne kadar boş olduğuna harika oyunculuklarla şahit olacağınız ve mükemmel bir film...Mutlaka izleyin...